24 Şubat 2013 Pazar

ŞUBAT AYI YÜZME YARIŞLARI


DÜN DATÇA DA YAPILAN YÜZME YARIŞLARI İLGİNÇ GÖRÜNTÜLERİYLE BU KIŞ GÜNÜNDE ÇOK NEŞELİYDİ.




DİNİZ YÜZÜCÜLERİN BAŞLARINA GELEBİLECEK HERHANGİ BİR KAZAYA KARŞI SAHİL GÜVENLİK VE 112 İLK YARDIM EKİPLERİ BİR KISMI DENİZDE BİR KISMI KARADA HAZIR BEKLEMEKTEYDİLER



SEYİRCİLER DE YERLERİNİ ALMIŞLAR İKİNCİ YARIŞIN STARTINI BEKLİYORLARDI.


BU YÜZME YARIŞLARI İKİ KATOGORİDE YAPILDI BİRİNCİSİNE YETİŞEMEDİK AMA O YARIŞ 5 KM LİK BİR YARIŞDI.
İKİNCİ YARIŞA ANCAK YETİŞTİK. BU YARIŞ 1,5 KM LİK BİR PARKURDA YÜZÜLEN DAHA KISA BİR YARIŞ OLDU.

 TABİ BU ARADA YARIŞTA HAVLU ATANLAR HEMEN OLMAYA BAŞLAMIŞTI, SUYUN ÇOK SOĞUK OLMASI BUNA NEDEN Dİ DİYE DÜŞÜNDÜK.



10 Şubat 2013 Pazar

FAS 4


FEZ
Mevlay İdris’de yediğimiz yemek sonrası hedefimiz Fez kenti. Fez yolu Meknes kentinin içinden geçiyor, Meknes’de oyalanmadan Fez’e varıyoruz. Burada yazmadan gene geçemeyeceğim, kullandığımız kiralık FAS haritası yüklediğimiz GPS aletimiz bizi eliyle bulmuş gibi otelimizin yakınındaki genel otoparka saat 16:00 gibi götürüyor.


Otelimiz Fez kentinin medinasında yer aldığından aracımızı otele en yakın noktada park etme zorunluluğumuz var. Buradaki park yerini, daha seyahate çıkmadan otelimizin sahibi detaylı olarak bildirdiğinden olacak, biraz da Google Earth çalışarak ve navigasyon aletimizde programlayarak buluyoruz.
Daha Fez’e girmeden varoşlarında motorlu rehberler sizi taciz edercesine yanınıza yaklaşıp otel, lokanta gibi yerlere götürebileceklerini söylemek için trafik içinde yol alırken tehlikeli bir şekilde yanaşarak tekliflerde bulunmaktan hiç korkmuyorlar.
Uzatmayalım, park yerine geldiğimizde oteli arıyoruz ( Otel sahibi bir İngiliz, bizi daha Türkiye’deyken otelde yer ayırtmamızla birlikte detaylı mailler atarak aydınlatmıştı, bizden parka geldiğinde oteli aramamızı, bir çalışan göndereceğini belirtmişti. ) 10 dakika sonra genç, temiz yüzlü bir Fas’lı yanımıza geliyor ve akıcı İngilizcesiyle bizim valizlerimizde taşımamızda yardımcı olarak Medinanın dar sokaklarına bizi sokuyor ve otelimize doğru hep beraber yürüyoruz.

Rabat’ta medina içindeki souklara girmiş olsak da buradaki medina çok muhteşem ve oldukça da hareketli bir yer, alışveriş bütün hızıyla sürmekte. 10 dakika kadar dar medina sokaklarında kalabalık arasında yürüdükten, yürürken de aval, aval etrafımızı incelerken dar bir sokağa sapıyoruz.
Buradan sonra souk içinden çıkmış oluyoruz. Dar dediysem bayağı dar bir sokağa sapıyoruz. İki insan birbirne ancak sürtünerek geçebilecek kadar dar bir sokak üzerinde 30 – 40 metre yürüdükten sonra bir kapı önünde duruyoruz. Sonradan öğrendiğimize göre bu otelde hem Müdürlük, hem satın almacı, Hem ön büro Müdürü olarak görev yapan çocuk kapıyı açıyor ve anahtarını da bize teslim ederek bizi içeri alıyor.



Geldiğimiz yer eski bir Fas evi, ortada genişçe bir avlu ve etrafı 3 kat odalarla çevrili, avluya bakan oda camlarında nadide ağaç ve demir işçilikleri ile bezenmiş harika bir ev. Otelde konaklayan, bizden başka bir aile daha var.



Otelimiz zaten 4 odası bulunan butik otel olduğundan gürültülü ve kalabalık olmaması çok hoşumuza gidiyor. Otel sahibinin de bize mail yoluyla otel ve çevre kuralları ile ilgili aydınlatıcı bilgiler vermiş olması, gelen misafirlerin sessizlik kuralına peşinen uymayı kabul etmiş oldukları anlamına geliyor.
Otel sahibi, yanında 6-7 yaşlarında kızıyla bizi sıcak bir şekilde karşılıyor ve oteli gezdirmeye başlıyor. Kendisi İngiltere’den  7-8 sene önce gelmiş ve bu eski evi alarak tadilat yaptırarak otel olarak çalıştırmaya başlamış.
Dediğine göre eskiden içinde olduğumuz otel ve medina içindeki evler zenginlerin yaşadığı bir yer iken Fransızların insanları, eski şehirlerin yakınında kurdukları yeni şehirlerde yaşamaya özendirince bu evler zaman içinde yoksulların yaşadığı bir yerler olmuş. Evlerde oturanlar, tamir edemeyecek kadar yoksul insanlar olduklarından buraları yavaş, yavaş, kullanılamaz hale gelmiş ve zamanla terk edilmiş.
1981 senesinde UNESCO tarafından dünya mirası statüsüne dahil edilmiş ve koruma altına alınmış. Bu arada yerel kaynaklardan duyduğuma göre medina içinde 10 binin üzerinde dükkan bulunmakta. Koruma altına alınan medinada,  evler el değiştirmeye ve tadil edilmeye başlanmış, çok sayıda yabancı buradan yerler alarak yenilemişler. Bir kısmı oturmak bir kısmı ise otel olarak para kazanmak maksadıyla evleri kullanmaya başlamışlar.
Biz de Dar el Menia adındaki bu evlerden birinde 2 gece konaklayacaktık. Konuyu biraz dağıttık otel sahibinin bizi gezdirdiği yerden devam edeyim. Oteli gezmeye en üst kattaki geniş verandadan başlıyoruz. Bu verandalar evin üstünde yer alan hava alma yerleri olarak da kullanılıyor.


Konuşma esnasında, evlerin birbirleriyle bitişik ve sokakların daracık olması nedeniyle otelin tefrişatında kullandığı buzdolabı, yatak v.s gibi eşyaları içeriye nasıl soktuğunu sorduğumuzda, bize gülerek “ en geniş sokakta bulunan evin verandasına çekilen eşyaları, malzemelerin bitişik olan teraslardan geçirildiğini” anlattı.

Karşılıklı konuşmalar sırasında bize hangi milletten olduğumuzu soruyor,  (Daha pasaportumuzu vermemiştik ama bizim İstanbul’dan geldiğimizi biliyordu ) Turkiye’den geldiğimizi söylediğimizde “Biliyorum ama hangi ülke vatandaşısınız “ diye ısrar ediyor, bizim pasaportlarımız gördüğünde Türk olduğumuza inanıyor.
Odamıza yerleşmemiz sonrası yarım saat kadar dinleniyor odamızı inceliyoruz. İnanılmaz etkiliyor odanın mimarisi ve döşenmesi. Masal gibi, her detayı inceliyorum.
Saat 17:30 gibi dışarıya eski kentin dar ve kalabalık sokaklarına kendimizi atıyoruz. Hava yavaş yavaş kararmaya hazırlanmakta, güneşin son dakikaları …. Fez medinası düz bir coğrafyada kurulmamış, oldukça yüksek yokuşları olan inişli çıkışlı bir topografyaya sahip. Yavaşça yokuş yukarı yürümeye başlıyoruz.

Dükkanların hemen hepsi 10 metre kare kadar büyüklükteler. Yol boyunca insanlar cıvıl cıvıl alışverişteler. Bazı dükkanlardan müzik  sesleri oldukça yüksek volümle gelmekte ve dükkancılar bizim turist olduğumuzu anladıklarından hemen hepsi bizi içeriye davet edip duruyorlar.
Biraz dolaştıktan sonra otelimize geri dönüyoruz ve akşam içkilerimizi yanımızda getirdiğimiz şişeleri açarak alıyoruz. Ben yanımda litrelik bir yeni rakı, Eşim ise litrelik viskilerimizi, İstanbul’dan gelirken alıyoruz ve sırt çantalarımızda getiriyoruz.


İlk gece, otel sahibinin tavsiye ettiği, bize de yürüyerek 5 – 6 dakikalık mesafede olan, bir insan genişliğindeki bir yoldan geçilerek gidilen Cafe Clock adlı bir yerde yemek yiyoruz. Çok modern bir yer. Yerli yabancı bir sürü müşterisi olan, kalabalıktan anladığımız kadarıyla tutulan bir yer burası.

Akşam yemeğimiz sonrası otelimize dönerken küçük birkaç alışveriş yapıyor ve uykuya çekiliyoruz.
Ertesi sabah saat 08:00 gibi uyanıyor ve üst kattaki ( Çatıdaki ) verandadaki kahvaltıya çıkıyoruz. Diğer Fransız çift de oradalar uzunca bir masaya bizde oturuyoruz ve tüm otel müşterileri hep beraber kahvaltımızı yapıyoruz. 



Kahvaltı sonrası bu sefer yokuş aşağıya doğru yürümeye başlıyoruz.  Kasım ayı olmasına rağmen oldukça Sıçak ve rutubetli bir yer olan Fas, bizi sıcak yanında rutubet faktörünü de yanına alarak Fez kentinde de ter içinde bırakmaya başlıyor. Buraya gelirken 6 ay önce mart ayında Lübnan deneyiminde bulunduğumuzdan ve orada kara saplandığımızdan, Fas’ın da bu kadar sıcak olacağını düşünememiştik, Essaouira da giymeyi planladığımız keten gömlekleri erken çıkartıyoruz, bavulda 2-3 adet kazak konu mankeni olarak bizle gelip tekrar geri dönüyor. Elimizde otelin köşesindeki bakkaldan aldığımız medina haritası yavaş yavaş etrafımızı inceleyerek gezmeye başlıyoruz.
Önümüzde koca bir gün var ve biz de bu günü haritadan bakarak ikiye bölüyoruz. Önce hedefimiz meşhur Fez çömlekleri sonra demirciler çarşısı ve dericileri gezmek oluyor. Öğlen sonrası ise dün yukarıda kalan gezmediğimiz yerleri ve ikinci büyük alışveriş caddesi olan Tala-a sghira caddesinde dolaşmak olacak. Biz dün akşam ve bugün sabah en büyük alışveriş caddesi olan Tala-a kbira’da dolaşıyoruz. Yokuşun azaldığı bir yerde sokak aralarından bir açık hava hanına giriyoruz, etrafımızda Türkiye’de de satılan çömleklerin satıldığı dükkanlar doldurmuş sağımıza solumuza bakınıyoruz. Bizim turis olduğumuzu anlayan ama davet etmeyen yegâne dükkana ilerliyoruz. Biraz laflayıp konuştuktan sonra alışveriş başlıyor. Çok güzel parçaları buranın  % 10 fiyatına uzun pazarlıklar sonucu alıyoruz, adam bir de yapışkan çıkıyor, kardeşleri ilan ediyor bizi güldürüyor……





Çömlek alımı sonrası biraz daha aşağıya, demir ve bakırcıların imalat ve satış yerleri olan küçük bir meydancığa geliyoruz. 

Demir ve bakır döven ustaların çıkardıkları sesler her tarafımızda, acip güzel bir atmosfer var burada. Madeni eşya satanları dolaşmak üzereyken yanımıza bir genç yaklaşıyor ve dericilere bizi götürebileceğini söylüyor, sevgiliyle kısa bir görüş alışverişi sonrası çocuğa 10 dm (Yaklaşık 1 euro ) ödeme karşılığı anlaşıyoruz. Burada izinsiz rehberlik yapmak suç olduğundan, çocuk bizim önümüzde, biz onun arkasında geçtiğimiz yerleri kafamıza kazıyarak yürüyoruz. 15 – 20 dakikalık bir dolambaçlı yürüyüş sonrası dericilerin toplandığı bir yere geliyoruz. 

Bulanık ve yüksek hızla akan bir büyükçe bir derenin üzerinden geçiyoruz ve yüksek, yan yana binalardan birine yönlendiriliyoruz. Bizi bu binada başka bir adam karşılıyor ve yukarıya doğru çıkartmadan önce ikimize de birer demet nane veriyor. Binanın dördüncü katına çıkan dar merdivenden ter içinde çıkıyoruz, her katta bir deri mağazası var.
Binanın terasına çıkıyoruz ve orada neden bize birer demet nanenin verildiğini anlıyoruz. Tarifi olmayacak kadar iğrenç bir koku, inanılmaz mide bulandırıcı bir şey. Aşağıya baktığımızda kocaman bir avlu diye tabir edeceğim boşluğu görüyoruz, çok geniş bir mekan ve burada derileri tabaklıyorlar, orada çalışmanın pek hoş olmadığını düşünmekten alamıyorum kendimi.



Bizim Türkiye’den geldiğimizi öğrendiklerinde bizle ilgili pek iştahları kalmıyor ve bize sizin derileriniz bizimkilerden daha iyi itirafında bulunuyorlar.

Çıkışta geldiğimiz yollardan geri dönüyor ve demirciler çarşısında önce bir cafe de oturuyor ve serinlemek için bir şeyler içiyoruz, etrafımızdaki turistleri ve dükkanları gözlüyoruz.


Biraz da orada alış veriş yapıyor ve çok güzel mumluklar alıyoruz. Saat 14:00 gibi otelimize dönüyoruz. Biraz nefeslendikten bir saat sonra tekrar yollara düşüyoruz. Otele dönerken yokuş çıktığımızdan olacak oldukça yoruluyoruz.
Bu sefer yönümüz dün olduğu gibi yokuş yukarı doğru Tala-a Kbira caddesinin en üst noktası ve daha kendi halindeki Tala-a Sghira caddesini dolaşmak. Gündüz 15:00 gibi buralarda siesta yapılıyor bu yüzden dükkanların bir kısmı kapalı olduklarından sakin bir gezi bizi bekliyor. Bab Boujloud kapısına geliyor ve çevredeki kahvelerden birine giriyoruz, amacımız meşhur nane çaylarından birer bardak içmek, hem de soluklanmak. Geldiğimiz kahvede Coca Cola’nın eşantiyonu olan markalı ayna çok hoşumuza gidiyor.

Biraz dinlendikten ve etrafın resimlerini çektikten sonra Tala-a Sghira’yı adımlamaya başlıyoruz. Bu cadde bizim otelin yakınında yer alan cadde olan Tala-a Kbira’dan daha kendi halinde ve çok da turistik değil. Daha çok yerli müşterilere hitap ediyormuş gibi geliyor bize. Birkaç saatlik yürüyüş sonrası otelimize geri dönüyoruz ve akşam yemeği için yöresel bir lokantada yer ayırtıyoruz.
Akşam saat 19:00 gibi yer ayırttığımız lokantanın personeli otele geliyor ve bizi lokantaya götürüyor. Biz harita da olsa tek başımıza imkanı yok bulamazmışız diyeceğimiz mesafede ve karma karışık dehliz gibi yollardan gidilen bu lokantaya rehberimiz sayesinde 20 dakika kadar yürüdükten sonra varıyoruz.
Lokanta kocaman bir evden bozma bir yer. Sahibi bir aile ve sonradan öğreniyoruz ki lokantanın çok çocuklu yaşlı sahibinin çocuklarından biri. Bize yaşlı babanın oğullarının birinin eşi bakıyor. Kadın çok konuşkan ve yardımsever, ezberlediği şeyleri ezbere herkese söylüyor. Her yeni müşteri masaya oturduğunda bozuk İngilizcesiyle menüyü anlatmasını, Ayşegül’le beraber gülümseyerek dinliyoruz.
Yemeğimizi saat 21:30 gibi bitiriyoruz ve otele dönmek için kalıyoruz. Bizi kapıdan yalnız başımıza çıkartmıyorlar ve bize sizi getiren personelimiz geri götürecek 10 dakika beklemeniz lazım diyorlar. Benim yolu gelirken gözlemledim geri gidebiliriz dememe rağmen firma kuralı olarak müşterilerini getirdikleri gibi geri götürdüklerini bildiriyorlar.
Çaresiz bekliyoruz, birazda beklemenin ve adam tarafından geri götürülmenin daha doğru olacağı hissiyle. Bu arada lokantanın Fas Arapçasından başka bir dil bilmeyen yaşlı sahibiyle konuşuyoruz, daha doğrusu çabalıyoruz ama bu evin eskiden Yahudilere ait bir ev olduğunu anlayabiliyoruz.

 SABAH ERKEN SAATLERDE MEDİNA CADDELERİNDE EŞŞEKLİ ÇÖP ARABALARI DOLAŞMAKTAYDI.



Gene dolana dolana Otelimize varıyoruz. Sabah çok erken saatte kalkıp çok uzun bir mesafeye gideceğiz, önce ( Şefşahun )Chefchaouen kasabası sonrada ( Tanca )Tanger hedefimiz.

1 Ocak 2013 Salı

FAS 3





( MOULAY ) MEVLAY İDRİS
Volubilis gezimiz sona erdirdikten sonra hemen yakınlarında bulunan Mevlay İdris kasabasını da ziyaret etmeden Fez kentine gitmek istemiyoruz.
 Mevlay İdris kasabası ikiz tepeler üzerine kurulmuş, yeşiliklerle kaplı kalabalık ve tipik bir orta Fas kentiydi.
Bu ülkede bölgeler arasında yapı mimarisi çok farklılıklar gösteriyor. Kazablanka, Rabat, ( Essaouria) Suveyra, Fez , ( chefchaouen ) şefşahoun gibi yerlerde gördüğümüz pencerelerin üzerlerinde, Fas’a özgün genellikle yeşil renkli Osmanlı kiremitlerine benzeyen kiremitlerle kaplı çıkıntılar  bulunuyor. Bu çok da hoş bir görüntü sağlıyor.
Mevlay İdris kasabasını 8. Yüzyılda kuran ismini verdiği İdris, Fas’taki ilk Arap Müslüman devletini kuran kralın adı. Şehre uzun asırlar Müslüman olmayanların alınmadığını, sonradan sadece İdris'in anıt mezarına Müslüman dışında kimsenin alınmadığını öğreniyoruz. İdrisin türbesi Meknes kentinin içinde 5. Muhammet tarafından restore edildiği söyleniyor. Hala Müslüman olmayanların gece konaklamasının imkansız olduğu bir yer bu kasaba.
İlk önce arabamızı kasabanın orta yerlerinde anıt mezara yürüyüş mesafesi olarak 5 dakikalık bir uzaklığa park ediyoruz. Rabat yazımda da belirttiğim gibi burada park edecekseniz birileri yanınıza geliyor ve para talep ediyor. Park esnasında aracınızın güvenliği için biz her park ettiğimiz yere parkçı tabir edeceğim insanların olduğu yerlerde aracımızı park ettik.


Doğruca anıt mezara yollandık, sağımızdan solumuzdan, aşağıda değineceğim lokantalardan davetler ala, ala, anıt mezarın önüne geldik. 

Tam girişte benim diyafram bölümüme denk gelen yüksekliğe kapı boyunca boydan boya yerleştirilmiş bir kalas önümüzü kesti. Orada bulunan bazı tipler içeri girmeye hazırlandığımızı anlayınca bizi konuşturmaya ve Müslüman olup olmamızı anlamaya çalıştılar. Ben kolay geçsem de sevgilinin  gözlerinin çekikliği onunla ilgili şüphe duymalarına yol açtı.


Bu tüm ülkede böyle oldu Ayşegül’ün Türk olduğuna pek inanamadılar burada. Birkaç kere müdahale etme ihtiyacı duyabilecek kadar onun Türk’lüğünden  ve dininden şüphe duydular.


Anıt mezarın ön avlusuna girdim ama içeri girmek istemedim ayakkabı çıkartmaktan üşendim biraz. Sevgili başını örtüp içeri girdi ve güzel resimler çekerek sonra dışarı çıktı. 




Anıt mezarın hemen önünde Fas sitili kına ile eller süsleniyor. Ayşegül pek istedi ama sonradan bir fırsat bulamadığından olacak bu kına süsünü yapmadan ülkemize döndük.

Anıt mezardan çıktıktan sonra park yerine yürümeye başladık, yol üzerinde bizim alışık olamadığımız görüntülere sahip lokantalara rastladık. 


Pek iç açıcı bir manzara olmasa da yemeğimizi bunlardan birinde yedik. Türk olmamız burada bize iyi davranmalarına yol açtı. Bu lokantada yediğimiz şişlerin lezzeti çok güzeldi.


Bu ülkede çok fazla temizlik peşinde koşmamak lazım, bazı yerlerle karşılaşacaksınız ki pek rahat olmasanız da  buralarda yemek yenilenebiliyor. Yanımızda ishal ve kabız haplarımızla her türlü ateşli hastalığa ve mide rahatsızlıklarına karşı ilaçlarımıza güvendik.